6 Eylül 2013

halitus

uzun zamandır yaz-a-mıyordum, nedeni yoğunluktan değil, anlatacak yazacak bi' şey bulamamaktandı a dostlar. son 2 aydır sikko giden hayatımı anlatıp sizin de canınızı sıkmak istemem. benim yazacaklarım duyguları salık vermek olacak bu sefer. ne diyodum, ha duygu. uzun zamandır hissedemiyordum ben bunu. tanıyanlar bilir, ketum, içine kapanık biriyim, anlatmayı sevmem ama yazmayı severim. benim sıkıntım da bu tam olarak, anlatamıyorum derdimi. girizgahı da yaptık madem, biz karalayalım da belki devamı gelir.

sevginin nerden çıkacağını bilmediğinden önlem almak da pek mümkün değil. bazen başına geleceğini bile bile gidersin ama bazen de aklının en ücra köşesinden dahi geçmezken aşk, bir tuzak kurar ve tamamen başka bir gaye için kazdığın kuyuyu kendi toprakları içerisine  katar, seni de bildiğin kölesi yapar, atar o kuyunun dibine.

aşka düşmek; direk gavur dilinden çevrilme ama aşkın insana yaşattıklarını ''aşık olmak'' kalıbından çok daha doğru ifade ediyor. aşka düşersin biraderim. budur yaşattığı. aşk, olunan bi şey değildir, düşülen bi' şeydir. rüyanda düşmek gibi değil tabi olum. ancak aşk bir kuyudur, her halükarda düşersin, ya boğulursun ya da kuyuda yüzersin. eh işte, kuyuda yüzmek de ne kadar keyifli olur sen düşün. aşk, düştüğün bi çukurdur. seni sakatlar, seni yaralar, yorar. ya onu bırak amına bile koyar adamın.

hani bana inanmıyorsan nabi'yi, fuzuli'yi, kurcala halk edebiyatı yapıtlarını, onları gözün kesmiyorsa yaz google'a aşkla ilgili açılan başlıkları, onları oku. sonra onların içindeki duyguyu çıkart. ortaya tek bir şey çıkar; aşığın kavuşamadığından şikayeti. yok birader. mutlu aşık yok. olmuyor. ulan insan bi' şeyin içine düşer, kafayı gözü yarar, sağı solu kanar da mutlu olur mu? mazoşist miyiz ulan biz? yok öyle bi' şey hafız. işte bütün bu deliller neticesinde aşık olmak yoktur dostum, aşka düşmek vardır. düşer kalırsın. kalakalırsın aha böyle.

ya şimdi nerden çıktı bu aşk, meşk gibi bamteli konulara girmek? bi' yerden çıkmadı aslında. öyle içimden geldi. şş, yanaş bakayım yamacıma sen. kuyruk acısı gibi bu. her ne kadar geçti gitti desen de bazen o aşk acısı, domdom kurşunu gibi, girdiği yerden sızlıyor ara ara, öyle çok değil ama bazen bi' şeyler onu hatırlatıyor, sızlıyor işte kafir.

aşk hesaba kitaba gelmiyor maalesef. kader ağlarını örer, sen de baş rolmüşsün gibi figüranlığını yerine getirirsin güzel abim. arada role müdahale edesin gelir, doğaçlama bi' şeyler yapayım la ben de dersin, ama yine de yönetmenin dediği olur. neticede filmin sahibi yönetmendir. oyuncu parasını alır, rolünü oynar, köşesine çekilir. role kendini çok fazla kaptırınca iş boka sarıyor; ama naparsın işte, ben de öyle bi oyuncuyum. rolümü eldiven gibi giyiyorum. ceremesini de çekiyorum, çektim.

şimdi gelelim aşk; şikayetlere, mutsuzluğa, işin gücün ters gitmesine, hayattan soğumaya neden oluyorken neden bu kadar çok tutulan bi şey lan? valla ben de bilmiyorum. o heyecan, vücudun serotoninle dolması, kalp atış hızının çufçuflaması, sonra ardinal falan derken sersem gibi oluyorsun işte. aslında seni yoran bi' şey ama keyif de veriyor bir yandan zalım. lunapark gibi. mesela ben gondoldan her inişimde tövbe ederim bi daha binmeyecem diye, ama her gidişimde de binerim o gavur icadına. stockholm sendromu. öğrenilmiş çaresizlik. çekiyoruz işte. bunun mantıklı bir izahı yok.

yani sen de bu yazıda ''neden aşık oluyoruz madem?'' sorusuna bir cevap arıyorsan bana çok önem veriyorsun, benden çok şey bekliyorsun demektir. bu güzel düşüncelerin için teşekkür ederim, ancak ben hiç öyle biri değilim. her şeyi bi' şekilde çözebilirim ama aşkı çözemem biraderim. tabi günümüzün dejenere olmuş, laylaylom aşklarını rahatlıkla çözerim; amma sabahtan beri ben neden bahsediyorum la? nerenle okuyorsun bilmiyorum ki. burda gerçek aşk'tan bahsediyorum ben. gerçek aşk'ı ben nasıl çözeyim? ha bu arada bu sene soruları tubitak hazırlıyomuş, çözememem normal.

aşkın şey tarafı da kötü; şimdi aşka ''düşüyosun'' ve derdini maşukuna anlatmaya çalışıyorsun ya, orası çok sıkıntı. ulan eveliyorsun geveliyorsun, ne yapacam lan ben deyip bilcümle yakın arkadaşlarının kafasını ütüden geçiriyorsun, aslan kesiliyorsun ama o'nun karşısına geçince süt dökmüş kediye dönüyorsun ya, orası da çok kötü valla. gerçekten ben o hallerimi düşününce, ulan hayatta yapmam dediğim ne kadar dediğim şey varsa hepsini o dönemde yapmışım.

şimdi hemen özgüven falan deyip kızın karşısına çıksaydın diyerek nutuklar atma bana, sanki ben onu bilmiyorum, durum onları gerektirdi işte amk. işte böyle, aşk meşk işleri maymun ediyor insanı. ulan iki de bir de aşk meşk diyorum ama ortada meşk falan yok, yanlış anlamayasın. kavuşursan meşk olur kavuşamazsan aşk olur misali, benimki hep aşk oldu. yoksa meşki kim kaybetti ki ben bulayım? ama çok aradım. aradım, bulamadım.

bi' de bu aşk hep umut-umutsuzluk arasında gidiyor ya, o da kötü, sana göre iyi gibi olabilir ama toplamda kötü işte. bence öyle. seni bilmem ama. ne desem boş sana. zehirlenmeye başladıysan yavaş yavaş, ben ne desem boş şimdi. bi' kulağından girer, ötekinden topuklaya topuklaya çıkar. umuyorum ki fazla uzağa gitmiş olmasın. bir umutlanırsın, bir umudunu yitirirsin, follofoş eder adamı. oluyor, olmuyor, oluyor, olmuyor derken bir bakmışsın ki papatya falından medet umar olmuşsun.

mesela şimdi sen; bu yazıyı okuyorsun, başkaları da okuyor, okuyan aşıksa daha kötü zaten. şu yazdıklarımın üç aşağı beş yukarı benzerlerini bir sürü insan bir sürü yerde yazmıştır daha önce, sen de muhakkak okumuşsundur ama işte aşıksan bu yazıdan derdine derman bir şey çıkmasını umut ederek okumaya devam edersin. yok dostum, yaşayıp göreceksin. öyle burdan kapacağın numaralarla bu iş olmaz, olmuyor da. onlar hikaye. onlar fasa fiso. bak bu kadar da kesin konuşuyorum. yaşa, eben bi' sikilisin anca öyle öğrenirsin. bu işler böyle.

ya şimdi ben sen öylesindir demiyorum ama bu satırları yazarken bir anlaşılamama korkusu da yaşamıyor değilim. yaşıyorum. şimdiki aşıklar çok reroro diyip yazının ciddiyetine halel getirmek istemem ancak gerçekten şimdiki aşıklar çok reroro. mesela geçen facebooktayım, işte arkadaş listemden biri önce in a rileyşinşip oldu, işte millet hemen toplandı oraya, bir sürü tebrik,  efendime söyleyeyim ikram izzet, adamın sanki düğünü oldu, öyle bi hahiş.

bir iki gün sonra, kesinlikle üç gün değil, bu hatun singıl oldu. ulan yine toplandı aynı kurt sürüsü. sanki her an hazırda bekliyorlar. alayı avcı bunların var ya. sonra bi teselliler, siktir etler canımlar, sen daha iyisine layıksınlar aldı yürüdü. yine birbirlerini ikramladılar, izzetledir, körler sağırlar, birbirlerini ağırladılar.

hal böyleyken aşka dair derin derin yazdığım şeylerin anlaşılabileceğini düşünmüyorum. yani okuyan arkadaşların en azından böyle olmamalarını umuyorum. anlaşılmasa da, anlatamasam da ben kendi sıkıntımı döküyorum ya, o bile yeter. mutluyum. maksat yazıyı uzatayım, okuyanlar azalsın. samimi bi' kaç gerçek aşk mağduru kalalım.

dostum, ben aşka dair burda sayfalarca şey yazabilirim sana; akşamdan sabaha, sabahtan geceye. lafı yeterince uzattım, maksadım sen sabrı öğren. zaten şu kısacık yazıyı okumaya sabır gösteremiyorsan, senden iyi aşık olmaz. sürüneceksin lan daha, kafanı yerden kaldıramayacaksın, gözlerin kan çanağına dönecek, aklın beynin deforme olacak. sen 10 dakkalık yazıyı okumaya bile tahammül edemiyorsun. yok dostum yok, aşk o zaman sana göre değil. yazısına tahammül edemeyen, kendisini hiç çekemez. yol yakınken dön, zaten dönersin de.

en iyisi ben sözü mevlana'ya veriyim. cem yılmaz'ın dediği gibi, ''bana inanmıyorsan ona inan, beni dinlemedin, bari onu dinle''

aşıkların kanı durmayacak
gönüllerden biteviye akacak
bu bucağa sığınan senin kanlı bakışındır
o büyük sahrayı sunan senin nergis gözlerin
sarhoşça gelen de onlar, gönüller çalan da onlar
adamı can evinden vuran da onlar...