21 Temmuz 2013

berberin badisi olmak


sen zannediyor musun ki bu ''olmak'', olmakların en hayırlısı? zannediyor musun ki berber kankası olmak bir Jean Reno olmak kadar havalı? hayır dostlar hayır, alakası yok. bu ''olmak'' kendiliğinden gelişen bi' süreç. yönlendiremiyosun, önüne geçip müdahale edemiyosun sonra bi' bakmışsın ki berbere olur olmaz vakitlerde uğrayan, onun can dostu ve yan koltukta oturup muhabbeti harmanlayan adamı olmuşsun.

nasıl gelmiştim bu aşamaya? berberim ramazan'la olan ilk günlerimizi hatırlıyorum. caddenin köşesine açtığı ilk dükkanı, ilk tanışıklığımızı ve beni ilk kez alaburus edişini düşünüyorum. başlarda her şey çok güzeldi. o bana nazik, ben de ona anlayışla davranıyordum. sonraları ramazan'ın kaçamak bakışları, omuz başlarıma titrek titrek sürtünmeleri. benim ürkek bir genç kız gibi huylanıp geri kaçışlarım.. ramazan'ın kulak kıllarımı çakmakla özenerek yakışı.. hepsi aramızdaki seviyeli ilişkiye renk katıyordu. böyle anlarda ikimizin de yanakları genç aşıklar gibi kızarıyordu, bazı şeyleri istiyorduk ama dillendiremiyorduk. fesatsın biraderim. dur hele bi sandalye çek de anlatalım..

sonra bir gün şans kapıyı açtı bize. yerel seçim dönemi bize içimizi dökme fırsatı verdi. ramazan'ın gazeteden yüksek sesle okuduğu haber üzerine karşılıklı fikir alışverişinde bulunduğumuz amansız yorumlar getirdiğimiz bir tıraşın sonunda olanlar olmuştu. bazı şeylere engel olan aramızdaki o resmiyet duvarı bir anda yıkılmıştı. bi' baktım ki berberden çıkarken ramazan'la telefon numaralarını kaydediyoruz. allah'ım nasıl da hızlı savrulmuşum meğersem.. hiç ağırdan satamamışım kendimi. bir yerel seçim haberine tav olmuşum. ulan o değil de bugün ramazan'la olan samimiyetimizin ''mimarı'' kadir topbaş lan. adamın hayatlarımıza yaptığı kelebek etkisi ortada.. bunun bizzat deliliyim.

bu güzel dostluk zaman içerisinde filizlendi, dallandı.. berbere gideceğim zamanları iple çeker oldum. normalde ayda bir berbere giderken, iki haftada bir gider oldum. ramazan diğer tıraşları 20 dakikada hallederken beni 1.5-2 saatte dahi bırakmıyordu koltuktan.. veriyorduk sohbetin gözüne gözüne, gevir gevir gülüyorduk karşılıklı. berberi ramazan'la benim şen kahkahalarımız kapılıyordu.. çırak kaan, çayın birini getirip birini götürüyordu. karşılıklı tütün ikramlarının önünü alamıyorduk. ramazan'la iyice sıkı fıkı olduk. eski aşklarımızın bizde bıraktığı acılardan bahseder olduk.. anılarımızı harmanladık. her şey çok güzelken; hayatımdaki en düzenli ve zahmetsiz ilişkiyi yaşadığımı düşünürken ramazan, o hayatımı değiştiren cümlesini kurdu bana: ''Musa, kardeş, sen böyle sadece tıraştan tıraşa gelme artık buraya, çayımı içmeye gel, hafta 1-2 kez uğra...''

ben böyle olacağını bileydim atlar mıydım hiç bu teklifin üstüne? resmen berber yancısı oldum çıktım lan. otobüsten iner inmez ramazan'ın yanına gider oldum. ben gitmesem, durak tam berberin önünde olduğundan ramazan kendi çağırır oldu. müşterinin az olduğu günlerde, ramazan evi arar oldu gidiyim de sohbet edelim diye. tam bir işkenceymiş amk, ızdırapmış berber yancılığı, onu anladım ben. bi' de biraz, ayıptır söylemesi, şurda biz bizeyiz, gittiğim yeri benimseyen biriyim. öyle çok atılgan sayılmam. klasik, ataerkil berber yancılarında gördüğümüz berber'in yaptığı menemene ortak olma, jölesini hunharca sürme, saç kurutma makinasından doyasıya istifade etme, enseyi ve favorileri beleşe aldırma gibi nimetlere yanaşamıyorum bile. utanıyorum amk.. hani aklıma geliyor, ama çırak kaan çay getirirken bile anama söver gibi bakıyor. bu tür bir berberden faydalanma yoluna gitsem kimbilir neler der velet? bu lafları içerden de olsa kaldırmaz benim bünyem. içerlerim..

bi' de hafız, bu berber yancılığı zor görev. eski yancılar tarafından kıskanılıyosun.. hasetle bakıyolar sana. gördüğünüz gibi çetin bu bir mücadele a dostlar.. öyle yancı olunca her şey bitmiyor. hürrem sultan kanuni'nin gözdesi olmak için tonla oyun yapıyor ya haremde, ben de 30 metrekarelik berberde öyleyim amk. bi' yandan ramazan'ın gözdesi olarak yerimi korumaya çalışırken, bir yandan da altımı oymaya çalışan eski yancıların ve yeni yancı adaylarının çıkışlarını manipüle etmek zorunda kalıyorum. onlar bi' şey söyledikçe ben daha yüksek sesle konuşup konuyu başka mevzulara odaklıyorum. ramazan; koskoca mahallenin erkek berberinin, erkekler tarafından paylaşılamayan erkeği konumunda. gülme evleviyetini siktiğim. gerçek bunlar..

şimdi diyeceksin ki ''lan madem böylesine zorlu bu iş, hem sana ramazan teklif etmiş, çıkarın da yok, neden devam ettiriyorsun o vakit?'' diye. ya babado inan bak verebileceğim mantıklı bi' cevabım yok. sadece ölesiye o koltuğu korumak istiyorum. bakın ramazan'ın dükkanda 3 tıraş koltuğu var, 2 berber var, dolayısıyla koltuğun biri boş. demek ki o koltuk yancıya ait. yani
 bana ait.. hem de televizyonun dibinde. berberin en havalı koltuğu lan. bu koltuktan nasıl kolay kolay vazgeçer insan? sorarım size..

gerçi tv'de öyle ciddi bi' program da izlenmiyor ya.. öğlen 13 sularında uğur aslan ve songül karlı ile su gibi, saat 15 sularında zuhal topal'la izdivaç ve saat 17 sularında esra erol'la ben evleniyorum izleniyor her gün. bunlar ramazan'ın favori yayınları. ben de alıştım izleye izleye.. çok hararetli tartışmalar dönüyor biraderim senin o burnunu kıvırdığın programlarda. sanarsın antik yunan döneminde forum ortamı var.. gelen adaylar hayat, varlık, benlik, ide gibi konularda çok acayip çıkarımlarda bulunuyorlar. karşılarına gelen adaylarda bu düzeyde bilgelik arıyorlar. haliyle demirçelik'den emekli amcam o teyzenin isteklerini karşılayamıyor. hayır, amca çok normal. sadece teyzem çok uçmuş.

ulan peki ben berber yancısı olarak böyle vericiyken, la şimdi verici dedim diye hemen bozma kalbini, manevi anlamda söylüyorum gadasını aldığım.. işte ben böylesine vericiyken ramazan ne yapıyor? belki kalbimi kırmıyor, belki bana sevgi gösterilerinde bulunuyor ama o kadar.. geçen hafta bizimkilerin evlilik yıldönümüydü. ''gidiyim de babama ramazan'dan parfüm alıyım'' dedim hediye olarak. neyse, ramazan'dan istedim şöyle güzelinden bi' koku. ''hemen verelim Musa gardaş'' dedi. bir parfüm uzattı. markası black jack. ''avrupa'dan gelmedir, dünya kalitesindedir, kokusunu bu ülkede bulamazsın'' diyerek verdi bana gazı, verdi bana gazı, ''tamam alıyorum'' dedim. kaçırır mıyım la hiç?

- kaç para borcum ramo?
- sana 8 lira olur kardeşim.

sevinçle alıyorum parfümü ramazan'dan. ''biz çok iyi dostuz, kardeşiz lan hatta'' diye düşünüp seviniyorum. ''bana koskoca black jack parfümü, avrupa'dan gelmiş, 8 liraya verdi'' diyorum. ''başka yerde kimbilir kaç paradır?'' diye düşünüp ramazan'a karşı içimde büyük bir sevgi dalgası kabarıyor. parfümün kutusundaki yazıları okumak içine arka yüzeyini çeviriyorum. ''bu şişe hadımköy tesislerinde doldurulmuştur'' yazıyor. sonrasında gözümden bir damla yaş geliyor.

sikilmemiş bir kulak arkam kalmıştı, orasını da ramazan gözüne kestirmiş, hadımköy sayesinde anlamıştım.

17 Temmuz 2013

aile reisi dediğin iyi karpuzu seçmeli.


artık mutabık olduğumuz bir konu var ki; aile babası olmanın en önemli niteliklerinden biri de şerbet gibi karpuzu seçebilmektir. bir babanın sağda solda anlatılan anlarından birisidir seçtiği karpuzun kıpkırmızı, kurabiye gibi çıkması. o sıra o babanın gözlerinin nasıl parladığını, nasıl bir sevince boğulduğunu anlayacaksınız. dünyalar onundur artık. para, pul, kariyer.. koy götüne.. adam karpuz seçmiş, var mı ötesi..

ben de şu yaşımda bunu anladım ki; evlenebilmek için en önemli şartlardan biri buymuş dostlar.. iyi karpuzu seçebilmek. karpuz seçemeyen bir erkekten iyi bir koca, ideal bir baba olmaz, olamaz. çatırdar o ailenin temeli, yürümez. ciddiyim. var böyle aile babaları, karpuzu seçemiyorlar, acı ama gerçek. üzülerek söylüyorum, yarayan kanamızdır bu adamlar. akşamları duble rakıları götürmelerinin sebebi başka bir şey değil. çocuklarına kral bir karpuz yedirememenin verdiği hüzünden ötürü adam kendini içkiye veriyor. seni anlıyorum aile babası bey.. 


böyle babalar için kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri, belediyeler ve diğer vakıf, dernek ve tüzel kişiler tarafından derhal kurslar açmalı ve ''iyi karpuz nasıl seçilir?'' konulu seminerler verip eğitmeli bu insanlar. ailelerin huzurunu ve mutluluğunu sağlamak bir devletin en önemli görevlerinden biridir dostlar. zira aile huzurluysa, devlet de huzurludur.

14 Temmuz 2013

meyvelerin intikamı


herhangi bir meyveyle ciddi bir münasebetim olmadı bugüne değin. ''ay ben meyvesiz yaşayamam, meyve şöyle vitaminlidir, böyle terelellidir...'' diyenleri hiç anlayamıyorum. la bebe mis gibi et familyasi varken; kebaplar, İskenderler, pideler, lahmacunlar sağı solu süslerken masamızı meyveye midemde yer açmaya ne gerek var.. yazları köyde güneşin altında çalışırken serinlemek için yufka ekmeğin arasına karpuzla peynir düren, doymak istediğinde de domates biber düren dayımı taklit etmek için arada bir bende yapmıştım bu tür çılgınlıkları. fazla güzel olmuyordu ancak yeni ‘’gastronomik’’ deneyimlere açıktım. ta ki bir gün tartının üstüne çıkıp tartının beni tartmaktan aciz kaldığını görene kadar.. basküle çıktığımda içindeki mekanizmadan gelen ''aşırı sıkıya gelince böğüren insan efekti'' sesini bugün bile unutamam. aile meclislerinde halen anlatılır, konuşulur, gülüşülür.

tartının nerdeyse dile gelip, bir tek ''zayıfla artık gadasını aldığım'' demediği kalmıştı bana. bende o gaipten gelen sese uydum. işte o gün bugündür meyve familyası benden şiddetle intikamını alıyor. meyve salatasıyla insan doyar mı ulan? bir sürü elma, kiraz, kayısı, armut, erik dilimleri tabağımda dans ediyor, ne şekle girerlerse girsinler, ne tür makyajlarla önüme çıkarlarsa çıksınlar bir türlü gözüme güzel gözükmüyorlar. belki biraz muz, üzerine biraz da bal.. o da kabız ediyor anasını satıyım. işin ilginç yanı doymak için nerdeyse kamyonlarca meyve yiyorum gene doymuyorum. Makarnayla, hoşafla bile ekmek yemeden doymayan bir milletin çocuğu olarak şimdiki düştüğüm durum içler acısı. bana bunları yapacağını bilseydim meyvelere karşı daha insaflı olurdum. sadece yaş pastaların içindeki çikolata kremalıları değil önüme gelen bütün meyveleri yerdim. hayattan ders almaya devam ediyorum a dostlar..

ben bunu niye yazdım diye düşünüyosunuzdur şimdi, hemen söyleyeylim benim bu meyvelerden bi dileğim var; o'nlara yaptığım bütün haksızlıkları affedip beni azad etsinler yeter. tekrardan kebapların, pidelerin, iskenderlerin kollarına atılıyım. gerçi bir de ''sebze'' denilen ot familyası var muzdarip olduğum, o meyveden daha da beter. o aklıma geldikçe ekşi yeşil elmaya razı oluyorum. bakıyorum da, resmen sıratta kalmışım lan. çilem bitmez benim a dostlar...