1 Şubat 2014

gardırop




her şey yakın bir arkadaşımın ''sana kimse aşık olmaz lan'' demesiyle başladı. aslında haklı. bunu aslında pek bi' geç anladım. daha yeni bile sayılabilir. gerçi zaman zaman bu idraki yaşıyorum, yani şey demek daha doğru, dönem dönem ben bu gerçeği yeniden idrak ediyorum, unutuyorum, sonra yine idrak ediyorum. ömrüm iki idrak arası unutmakla hülâsa edilebilir.. eskiden böyle konuşurlarmış mîrim. 

yeni nesille ve kendini yeni nesle adapte eden bizim nesille hiç aynı saz teline, aynı bam teline basmıyoruz, basamıyoruz. işte ben de bu minvalde çok sıradanım ve bundan da çok memnunum. ne bileyim, öyle akşam dışarı çıkmam, genelin anladığı şekilde aman aman sosyal değilimdir. hatta tek aman kullansam bile yeridir bu konuda. ''aman''larımı israf etmeyeyim. stajyer de olsam avukatım lan bi kere. hani arada sakal uzatırdım, kirli sakallıktan bi' puan kazanıyım, sempatik görüneyim derdim ama artık onu da yapamıyorum. yumurta gibi dolanıyorum. sohbet desen o da yok, sarmıyor şimdikilerin muhabbeti. yanlış çağda doğdum sanırım. 1700'lü yılların anadolu'sunda doğmuş olsam iyi bir ortam insanı olacağımdan eminim. çok aşığım var derlerdi bana, yani en azından öyle olmasını umuyorum.

arada bloga yazardım, hani bu bir yetenekse, fena da yazmazdım, şimdi onu da beceremiyorum. duygularımı, düşündüklerimi bir bütünlük içinde blog konseptine sokamıyorum artık. sokacak bi' şey kalmamış hafız. daha doğrusu yazacak şeylerime kıtlık gelmiş. lafların tatlı uzamaları yerlerini sündürmelere bırakmış. biraz daha zorlasam kopacak.

nerden geldik kirvem buraya; heh, aşk aradığımı kim çıkardı? kavuştuğumda meşk, kavuşamadığımda aşk olacaksa eğer, ben meşk isterim. aynı sazı çalabileceğim biriyle ama. farklı sazlar çalarsak olmaz, istemem. ama düşün artık ben aslında saz çalmayı da sevmem hatta çalmasını da bilmem. metaforlarım bile can çekişmekte lan. durum o kadar vahim.


az daha sabredin bitiriyorum; hani küçükken yalnız kalmak istediğimizde, evdekiler kızdığında ya da komşunun çocuklarıyla oyun oynarken saklandığımız o annenin çeyizinden kalma gardıroplar vardır ya herkesin evinde. korkardık biraz ama kendimizi de güvende hissederdik. anlayacağınız hem tımarhanemiz hem de huzurevimiz olurdu. şimdilerde ne dertlerimiz ne de dev yarasa vücudumuz sığar oldu gardıroplara. keşke büyükler için de yapsalar, ne güzel olurdu. di mi?

5 Ocak 2014

brokoli


keşke ismi kadar karizmatik olsaydın be broko.. nedense zayıf ve güzel mümessil hanım kızlarımızda bağımlılık oluşturan bu bitkiyle aramız hiç iyi değil. çek bi' sandalye dertleşelim şehzade.. efendim bu sebzemiz şekil itibarıyla karnabahar'ın amcasının oğluna benziyor olması hasebiyle son zamanlarımın korkulu rüyası. evet dostlar, annenin yenmemesine rağmen ısrarla pişirdiği brokoli zulmünden muzdaribim.

ben tabiat itibariyle timsahgillerden geliyorum. cüsse itibarıyla hastanede karıştırılma ihtimalim de yok, kasımda kim doğar ki lan zaten.. muhtemelen afrikada bir nehirden çalınıp bu güzel insanlara kakalandım, zaman içinde de insana benzedim. bakma öyle, mümkün bunlar. sonuç olarak et benim ana besin kaynağım. yok hakkaten öyle, domates bile yiyemeyen biriyim ben. gel gör ki kantarda  3 hanelere yaklaştığı  boyutlara ulaşıncai annem korkuyla bu brokoliyi önüme koydu.  aslında acayip etkili bir yöntem. benim gibi etçilleri yemeden içmeden soğutabilir. gerçi sonra damağımda bıraktığı tadı yok edebilmek için daha çok kendimi yemeğe verdim ama olsun; bana yan etki yaptı, başkasında tutabilir, orasını ben bilmem, eşi... öhöhöh sululuğa gerek yok.. 

işin aslı, brokoli öyle makyajsız da gelmedi önüme. çeşitli fabrikasyondan geçirilmiş, gelinlik giymiş genç bir kız gibi süslendirilmiş, saçları zeytinyağlanmış, vazgeçemediğim limon koluna girmiş, bilumum et yemeklerinin yandaşı olan maydanoz ve daha bir kaç çeşit tanıdık simayla harmanlanarak daha bir arkadaş canlısı, daha bir tanıdık hava verilmiş brokoliye.. ilk bakışta her şey çok güzel; ancak makyaj lan işte bunlar.. sabah olup da makyajı aktığında görmezden gelemiyorsun. acı gerçekle başbaşa kalıyorsun. çektik, biliyoz olum.. kendisinin o sıradışı tadı ve kokusu bütün yanındaki sunni güzelliklere baskın çıkıyor. dedim madem götü göbeği saldık anacım uğraşmış gelinlik kız edasıyla özenle süslemiş yemeği bi' deneyelim dedim; demez olaydım. nolurdu ''canım istemiyo, karnım tok'' diyip bakkal ramazan'la geyiğe diye çıkıp pideciye uğrasaydım. neyse, sadede geliyorum; 
çiğnemeye başlıyorum ancak bir türlü kursağımdan aşağı indiremiyorum meredi.. kursağım bana karşı geliyor, isyan ediyor, söz geçiremiyorum mirim vücuduma. ikna çabalarım da kifayetsiz kalıyor. bu sefer savaş planımı değiştiriyorum, çiğnemeden yutmaya kalkıyorum; ama brokoli dediğin ağaç gibi lan işte. biraz evvel kendisini almayan kursağa saplanıp kalıyor ve intikamını emsali mohaç meydan muharebesinde bile görülmemiş bir tarzda alıyor. öksürte öksürte anamı ağlatıyor.. böylesine de gururlu, istenmediği yere postasını koyuyor. olan yine benim diyete oluyor. başlamak üzere olduğum; ama bir türlü başlayamadığım diyetlerin arasına bir yenisi daha ekleniyor. 

sonuç: yemişim diyetini. bir yemediğim o kalmıştı.