22 Aralık 2012

Yusuf ile Züleyha



"yusuf kuyuya atıldığında, hain kardeşlerin umursamaz sesleri;onlar eve döndüğünde yakup'un ağlayıp yalvaran sesi;bezirganbaşının emir veren heybetli sesi; yusuf'un ve züleyha'nın sesi...

dişsiz ağız zaman zaman ıslatılır ve ilâhî ağıt başlar:

"aldırdım yusuf'u kenan ilinde
ağlar yakup ağlar, yusufum deyu..."

dünyada ağlamak için ne de çok sebep var!

öyle bir zaman oldu ki, yusuf mısır'a sultan oldu. bir dediği iki olmazdı, devlet hazinesinin anahtarları koynunda, şanı büyük idi.

bir gün...

alımlı kaftanı omzunda, gümüş saplı murassa kamçısı elinde, kadife gibi bir küheylanın üstünde yusuf göründü.
züleyha nicedir bekler idi. atıldı, maiyetini yararak yusuf'a vasıl oldu.

"ver hele kamçını" dedi yusuf'a. 

yusuf, bu kadının kendine musallat olmasına mani olmak için, veriverdi kamçıyı. züleyha aldı eline kamçıyı, ciğerinin ta içinden bir "ah" diye nefes üfledi gümüş sapına. verdi kamçıyı yusuf'a. lakin yusuf'un kamçıyı tutmasıyla atması bir oldu. sanki gümüş sap, züleyha'nın derunundaki harlı ocakta kızdırılmış bir akkor olmuştu.

züleyha dedi ki nihayet : "göresin işte ey mâh ( ay ) yüzlü. ben bu muhabbet ateşini kaç zamandır sinemin içinde gezdiririm; sen onu bir an tutamadın..."


aşk hakkında ne dersek boş. o, bizim teknoloji çağımıza hiç uğramamış gözüküyor. ne elimizde gümüş saplı kamçı var, ne de içimizde kor gibi bir ateş. babamız yakup değil, yarimiz de züleyha. bize kala kala, bir gün pişman olması beklenen hain kardeşler olmak kalıyor."

süleyman çobanoğlu

0 yorum:

Yorum Gönder